top of page

Dağa Çıkmak, Dağdan İnmek

Dağa çıkmak ifadesinin bize neler çağırıştırdığına öncelikle bakalım. Türkiye’de toplum içinde ben yarın dağa çıkıyorum denildiğinde etrafta bazı gözler sizi süzebilir. Özellikle bir kent meydanda dağa çıkıyorum diye bağırdığınızda dikkatleri üzerinize toplarsınız yani Steige auf Berge gibi olmuyor. Ayrıca konuşmanın muhatabı varsa onu da şaşırtabilirsiniz. Türkiye’de 1978 yılında politik amaçla kurulan tiyatro dönemi boyunca ve günümüze kadar dağa çıkmak ifadesi, dağa çıkan kişinin içinde bulunduğu ve onu hukuken bağladığı yasaya bağlı olmak istemediği ve aynı zamanda o yasayı da silahla yıkmaya çalışmak ve ya yasayı değiştirmek istediği bir anlamı taşıyordu. Biraz daha eskilere gidersek cumhuriyetin ilk dönemleri ve bu bahsi geçen politik sürece kadar dağa çıkmak eylemi eşkiyalık ile eş anlamlı kullanıdığı bilinmektedir. Özellikle Doğu Anadolu bölgesinde eşkiya olarak tanımlananlar devletin hukuki ve fiziki müdahalesinin zor olduğu kırsal bölgelerde köylülere zorluk çıkardığını sözlü anlatılardan biliyoruz. Bunun yanı sıra bir kısım eşkiyalar ise zengin ve fakir arasında kamunun yapması gereken transfer harcamalarının dengesi ile ilgilendiğini gene sözlü anlatılardan öğreniyoruz. Eşkiya tanımı arapça kökenli olup aşḳiyāˀ أشقياء garipler, zavallılar olarak kullanılsa da Anadolu coğrafyasında eylemin niteliğinin değişmesinden dolayı hafızalarda kabadayı, mert, yiğit, devl düşmanı, yolsuz gibi tanımlamalar ile başka türlü kalmıştır. Türkiye dışında yakın bölgemizdeki dillere baktığımızda dağa çıkmak deyimini bizim gibi bir tecrübe ile karşılayan bir ifade bulamıyoruz. Diğer bir manada ise dağa çıkmak denildiğinde şehir hayatının anlamsızlığı karşısında hüzünlü bir çekilme olduğunu anlıyoruz, bu durum dağlık alana bir çıkma değil bunu çekilme olarak görebiliriz.

 

Dağlara çıkmak eylemini biraz mitoloji ve tarihi veriler açısından değerlendirmek istersek bir kısım insan, çok eski dönemlerde yaşayan insanları (kimisine göre son buzul çağı öncesi ya da buzul çağı sonrası ilk dönemi) dağın yamaçlarında yaşadığına inandığını biliyoruz. Fakat bunlar ovalara yakın mesafede kurulumuş küçük köyler değildi. Yani tepe olarak değil yaşadıklarını alanı daha yüksek bölgeler olarak düşünmemiz gerekiyor. İnanılan şekilde bu dönemde insanlar hep anlatılan ama kanıtı olmayan o altın çağı yaşıyordu, telepatik güçleri vardı ve göksel varlıklar ile sürekli bağlantı halindeydi. 19OO’lü yıllarda ve devamında Asya bölgesi bu konuda oldukça gizemli bir araştırma alanı olarak kabul edildi. Özellikle batının erken dönemde Budizm ve Hinduizme olan ilgisi sonrasında Tibet bölgesinin dağlık alanlarında üst bilince sahip insanların olduğu ve sadece seçtiklerine gözüktüğü ve gene bilgilerini sadece seçtiklerine aktardıkları gibi bir kısım inanışlar popüler hale gelmişti. Gene yerel inanışlar ve dinlere bakıldığında birçok dağın kutsal bir alan olarak kabul edildiğini de görüyoruz. Bize uzak gibi gözüken Kailash dağı ve Fuji dağı bunlardan sadece biridir. Ayrıca ergenekon destanı yeri tam olarak tespit edilemese de kutsal bir dağ ve ya dağlarla çevreli alandan çıkışı anlatır. Gene Olimpos dağı da İon tanrılarının yaşadığına inanılan bir yer olarak anlatılagelmiştir. Ve araştırıldığında hemen hemen her coğrafyada benzer inanışları bulabiliriz. Kitabımız Kuran’da (وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ ) Meryem süresi  52. ayette Tur'un sağ tarafından ona seslendik. (Resul Musa) Onu, özel konuşmak için yaklaştırdık denilmiştir. Tur, farklı tartışmalar olsa da dağ anlamı olarak geçmektedir. Gene Hicr 19. ayette yeryüzünü genişletip içine sağlam dağlar yerleştirdik ve orada her şeyi mükemmel bir ölçüye göre bitirdik ayeti ile dağların yeryüzü için sadece kutsal olan değil yeryüzünün dengesinin ve denge içindeki dönüşüm için de zorunlu olduğunu anlıyoruz. Bir kimseler için ise dağların bir arınma ve tekrar geri dönme yeri olarak görüldüğünü de biliyoruz. Hatta dağlık alanlarda bulunan mağaralar yeryüzünün rahmi olarak görülmüştür evet bu ifade çok güzeldir. Mağaralar yeryüzünün rahmidir. Görüldüğü gibi tüm bu anlatılan ve yazılanlar içinde yaşadığımız Anadolu coğrafyası ile bağı olsa da dağlar ve dağa çıkmak ne yazık ki zamanla aşağı yönlü bir evrim geçirmiştir.

 

Yavaş yavaşa asıl konumuza doğru birlikte ilerliyoruz. Türkiye’de bulunan dağların durumu ile ilgili olarak araştırma amaçlı ilk gelen Alman fizikçi ve doğabilimci. F. V. Parrot olduğu söylenmektedir. 1829 yılında bilimsel amaçlı araştırma yapmak için Ağrı Dağına geldiği yazılıdır. 1924 yılı Türkiye’de dağcılık faaliyetlerinin başlandığı dönem olarak kabul edilmektedir. Günümüze gellindiğinde toplamda 52 bin lisanslı sporcu olmasına rağmen aktif olarak kadın ve erkek toplamda yaklaşık olarak 10 bin kişilik bir ekip olduğu görülmektedir. Türkiye Dağcılık Fedarasyonun 2026 tahmini gelir bütçesi 134.700.000,00-tl, iken Victor Osimhen 3.266.491.713,99-tl, Gençlik ve Spor Bakanlığı 2025 bütçesi 232.000.000.000,00-tl olarak baktığımızda sayılar bize coğrafayımız hakkında bilgi veriyor. Bunların dışında Türkiye’de Lisanslı futbolcu sayısı 466 bine ulaşırken, Türkiye Futbol Federasyonunun, "3 yılda 1 milyon lisanslı futbolcu hedefinin olduğunu öğreniyoruz! Diğer taraftan 280 bin 594 lisanslı sporcuyla tekvando, 237 bin 467 sporcuyla basketbol, 189 bin 941'le voleybol olarak takip ediyor. Genel olarak bir oran yaptığımızda sportif faaliyetler olarak ilgimizin ortalama yaklaşık olarak %5’ini dağcılık ve deniz sporları oluşturuyor hatta oluşturamıyor diyebiliriz. Geri kalanı ise top, siyaset ve inşaat olarak tanımlıyorum. Açıkcası futbol, basketbol ve voleybol yerine top, siyaset ve inşaat tanımının daha uygun buluyorum. Burası bir bakıma Rum coğrafyası ve binbir başlı kartalın düşündüğü gibi 2200 sene önce halk ne ister sorusuna ekmek ve sirk olarak cevap verildiğinde evet birilerinin Anadolu’ya bakış açısının, Anadolu da yaşayanların da eğlenceye bakış açıları burada anlamlı hale geliyor ve değişmediğini kabul ediyoruz.

ree

Türkiye de biliyorsunuz belirli bir seviyeye ulaşan her zenginimiz mutlaka bir futbol klubü ile ilgilendi ya da futbol klubü kurdu ve ya onlara sponsor oldu, ortaklık kurdu. Nasıl ki Amerika’da 70’li yıllarda yaratılan zengin ve soylu aile resmi, ortada kedi seven ve ya elinde tutan başarılı bir baba arkada erkek çocukları ayakta, eşi ve kız çocuğu her iki tarafında birer sütun gibi ama hepsi de beyaz takım elbiseli erkekler ve de beyaz ayakkabıları, bizde de yaratılan ve özendirilen futbol heyecanını aslında özlem duyulan ilkel dürtülerin bastırılmasıdır. Bu konu hakkında Simon Kuper, Football Against the Enemy ve ya Anthony King, The End of the Terraces kitaplarını okuyabilirsiniz. Türkiye’deki siyaset, top ve inşaat hakkında akademik düzeyde yayınlar oldukça az olmasına bu üçlü sektörün sermaye üzerindeki etkisi oldukça yüksektir. Ve son olarak Anadolu’da neden kültürel bir sıçrama olmadığı sorusunun cevabını Çorum ilinde yapılan o büyük düğünün davetiye kartlarındaki isimlerde bulabiliyoruz.

 

Su sporları yüzme, dalış, rafting, kürek yelken ve dağ sporları tırmanma, dağ yürüyüşü, kayak olarak baktığımızda özellikle de dağ yürüyüşleri insanın anlam arayışındaki ilk kıvılcımı yakalayabileceği bir alan olarak görüyorum. Dağın herhangi bir yerindeki sessizlik ve gözün görebildiği tüm alanlardaki kayıtsızlık bizi kuşattığında insan küçülmüştür ve yamaçtaki art arda sıralanan önemsiz bir taş gibi beklemektedir. Bu esnada yapılan her hareketin karşısında bizleri sessizce izleyen bir doğa kendi durağanlığıyla aslında bir cevap vermektedir! Doğa sporları değişim ve hatırlama için önemli bir fırsattır. Özellikle ülkemiz, insanların bu değişimi yaşaması için oldukça elverişli bir coğrafyaya sahiptir. Avrupa’da ülkelerin yüzölçümlerinin dağlık alanlara oranı %36 iken, Türkiye’de bu oran %78 olarak tespit edilmiştir. Genel itibariyle doğudan batıya doğru yükselen dağlarımızın ortalama yükseliği 1.500 metreyi bulmaktadır. En yüksek dağımız gene bölgedeki inanışlar uyarınca kutsal sayılan 5.137 metre yüksekliğindeki güzel Ağrı diğer adıyla Ararat dağıdır.

 

Evet bugün neler yapabiliriz diye düşünelim. Su ve dağ gibi alanları ilgilendiren tüm sportif faaliyetlerde verilen hizmetler (ulaşım, ürün temini ve konaklama ) ve bu sporları ilgilendiren ürünlerin temininde tahsil edilen kdv oranları düşürülebilinir; hatta toplumun az bir kısmı da olsa adapte olana kadar belirli bir süre boyunca bu vergilerden vazgeçilebilinir . Bu organizsayon ve klüplerdeki vergi istisna ve muafiyet alanı genişletilebilinir (bağış ve yardımlarda indirim yasada mevcuttur malesef tercih futbol oluyor) ve bu alandaki faaliyetlere yapılan sponsor harcamalarının vergiden indirimi konusunda sermaye teşvik edilebilinir. Bu sporların yapılması için iki önemli maliyet unsuru vardır. Birincisi ulaşım maliyeti bu çok önemlidir. İkinci olarak da bu sporların icra edilmesinde kullanılması gereken malzemeye ödenen tutarlar yüksektir. Basitçe elinize bir top aldığınızda iki ağaç arası kale olabilir, ortadan bir halat ve direkle hemen kolayca voleybol da oynayabilirsiniz ve ya küçük bir sepet duvara asılı olarak o an için baskettir. Yani elinize top vermeleri durumunda içinde bulunduğunuz mekan değişime uğrayabilir. Ancak ayağınıza bot giydiğiniz de etrafnızdaki korna seslerini azaltamazsınız ya da dalgıç kıyafeti giyip sokağa çıktığınızda artık siz diğerlerince delisinizdir. Burada hedef olarak en azından %5’in altında kalan ilgi ve teşviki %15’e çekebilirsek daha kaliteli bir toplum yaratabiliriz. Dünya genelinde artan kentleşme, artan eğitim ve gelir seviyesi insanları dağ turizmine olan ilgisinin arttığı gözlemlenmektedir. Likya yolunun Kate Clow, Göbeklitepe’nin Klaus ile anılması yerine bunların ismi Murtaza, Berrin de olabilir. Bugün terör sonrası birçok ova ve dağlık alanlarımızda yerli ve yabancı gezginin buralara yöneleceğine ilişkin planları okuyoruz. Ancak bu iki spor alanında özellikle de dağcılık alanında insanların teşvik edilmesi gerekiyor. Son planlara baktığımda ve yorumları okuduğumda gene inşaat, turizm, tekstil ekibinin istekleri doğrultusunda gittiğini görüyorum ve yanında futbol. Eğer bir bölgeye hiç bir plan yapılmadan otelcilik geliyorsa oraya biraz şüpheyle bakmak gerekiyor. Burada ilk amaç herhangi bir bölgeye inşaat faaliyeti değil, insanın kendini ve doğayı tanıması için bir fırsatın da yaratılmasıdır. Aynı zamanda doğa ile uyum gösteren bir plan yapılmasıdır.

 

Önümüzdeki yıllarda akıllı şehirlerden önce şehirlerimizi ve içindeki insanları akıllı yapmaya yönelik makina-insan programının yaygınlaşacağı, iş ve teknoloji değişimi nedeni ile fiziksel olarak daha az hareket edeceğimiz fakat daha çok hızlanacağımız mekanlarda yaşamaya başlayacağız. Ayrıca etrafınızda her geçen gün daha fazla insanın yapay zeka ile konuştuğu ve kullandıkları telefonlara daha bağımlı hale geldiklerini göreceksiniz. Türkiye de İstanbul, Ankara ve İzmir toplam nüfüsun neredeyse yüzde 30’unu oluşturuyor. Bu sebeple büyük şehirlerde artan stres ve maruz kalınan elektrik birlikte düşünüldüğünde insanlara fırsat tanınması ve gençlerin teşvik edilmesi gerekiyor. Toplum ve ya sizler ya da yazıyı okuyan siz ve ben hiç değilse ayda bir yaşadığı bölgelere yakın mesafede doğa yürüyüşleri gibi aktiviteye katılım sağlayabilirsek günlük konuştuğumuz dil ve dolayısıyla duygular da değişecektir.

2 Yorum


Misafir
bir gün önce

Harika bir yazı olmuş ; çok beğendim.

Beğen

Misafir
3 gün önce

👍

Beğen
bottom of page